22 Ocak 2014 Çarşamba

son.

taş üstünde taş kalmaz ya. işte öyle gitti aklımdan başım. çünkü geçmiş hep vardı. geçmiş sanki benim çok küçükken toprağa verdiğim bi sarmaşık. bi sarmaşık ne kadar dolanabilir zamana. zamanla anladığım şeyler oldu, ama bişeyi anlamadım hiç. neden sen bir martı olup uçabiliyorken bi insana, sen sincap olup kaçabiliyorken, o sana duvar. anlaşılmadan kabullenilen şeyler vardır. kabullendim. kabullenmek hafifletti mi herhangi bi acıyı? unutturdu mu? unutturur mu? haydarpaşada bi tren bıraktım. bi vagon içinde bi bavul içinde bi yanmış mektup. yanmış mektuplar. yakılmış mektuplar. 
siz hiç gönderme mesafesinde dahi olmayan,öyle yakın birine yazdığınız mektupları sobaya atıp yaktınız mı? her lodosta tüten bi sobamız olmuştu. işte orda yaktım. 
her lodosta tüttüm ben. dumanlar çıktı içimden. karardım. saçlarım gitti. saçlarım gitti.
saçlarım gidince indim trenden. tren beni bıraktı orda öylece. baktım bi süre. cümle alem gördü benim benden gittiğimi. anlatamadım uzun uzun. dinletemedim. çünkü mavi değil illa ya yeşil ya kahverengiydim ben. ağaç gibi hep köklerim toprakta, hep ayaklarım yerde. hep başım yukarıda, dimdik. genç, gencecik bi ağaçtım, ama eğileceğime büküldüm, cümle alem gördü. ben nasıl büküldüm. ben ağaç dalıyken mutlu ve yakındım maviye. hep yaşadım onun hayaliyle. uçmak istedim,toprakta köklerim. sanki yarıştı birbiriyle kökler ve hayallerim. kendi kanatlarını nasıl kırar insan, hissettim. hep iyi ki doğdun yazmıştım o mektuplara. dinletemedim. ben hiç dinletemem çünkü. ben sana aşığım. yüzüne söylemek isterdim ama olmadı neden bilmem. bi dost, bi arkadaş, bi sevgili, kapı komşum, hatta hiçbişeyimmişsin gibi sevdim seni. 
şimdi içimde hiç içemeyeceğim bi şarapsın, eskidikçe güzel, eskidikçe değerli, eskidikçe özlenen.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder